MUVAZAA VE ÖZELLİKLE MURİS MUVAZAASI
- Ali Erişen

- 25 Eki 2021
- 10 dakikada okunur
Başlığa adını veren ‘muris muvazaası’ kavramından söz etmeden evvel muvazaa kelimesini sözlük anlamı ve hukuka temas eden yönleriyle ele almakta fayda görmekteyim. Bu sebepten çalışmamın ilk kısmı, muvazaa kavramının hukuksal içeriği ve doktrinsel ayrımları üzerine olacaktır. İkinci kısımda ise nitelikli bir muvazaa türü olan ve pozitif hukukta düzenlemesi bulunmayan, uygulamadaki sıklığı sebebiyle içtihat vasıtasıyla düzenlenmiş ve gelişmiş bir kavram olan muris muvazaası üzerinde durulacaktır.
Özellikle muris muvazaasına ilişkin içtihat farklılıklarını sona erdiren, bir anlamda kavrama kimliğini kazandıran Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı kararına da atıfta bulunulacak olup son olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/1211 E., 2019/377 K., 28.03.2019 tarihli kararının yazımızda izah ettiğimiz açıklamalar ve belirlemeler doğrultusunda incelemesi yapılacaktır.
MUVAZAA NEDİR? Arapça kökenli bir sözcük olan muvazaa ‘danışıklı işlem’ anlamına gelmektedir. Hukukta ise muvazaa; bir hukuki ilişkinin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uymayan bir görünüş yaratmak konusunda anlaşmalarıdır. Kısaca muvazaa; gerçeğe uygun olmayan hareket ve işlemlerde bulunmaktır.
Muvazaanın konusu esas itibariyle sözleşmelerdir. İki tarafın gerçek iradelerini gizleyerek görünürde bir beyanda bulunmalarına muvazaa denir.
Muvazaa kavramının pozitif hukuktaki düzenlemesini Türk Borçlar Kanunu’nun(TBK) 19. madde hükmünde görmekteyiz. Anılan maddede, bir sözleşmenin içeriğinin ve türünün belirlenmesinde taraflarca yaratılan görünüşe değil tarafların gerçek iradelerine önem verilmesi gerektiği düzenlenmektedir.
Gerçek iradenin tayini ise çoğu zaman sözleşmenin yorumu ve somut olayın özelliklerine göre belirlenecektir.
(6098 Sayılı TBK )Sözleşmelerin yorumu, muvazaalı işlemler MADDE 19- Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.
Aşağıda ayrıntısıyla izah edildiği üzere muvazaa kavramı kendi içinde mutlak muvazaa ve nispi muvazaa alt başlıklarına ayrılmaktadır. Ancak her iki muvazaa türünde de üç unsurun bulunması zorunlu olup nispi muvazaa türünde ise gizli işlemin varlığı da ek olarak aranmaktadır. Bahse konu unsurlara kısaca değinmekte fayda görmekteyim.
Muvazaa anlaşması: Tarafların yaptıkları muvazaalı işlemin sırf üçüncü şahısları aldatmak için yaptıkları ve kendi aralarında hüküm ifade etmeyeceğine dair anlaşma yapmalarını ifade eder. Bunun sonucu olarak muvazaalı işlem, taraflar arasında hüküm ifade etmeyecektir.
Muvazaa anlaşması muvazaalı işlemden önce yapılabileceği gibi muvazaalı işlem sırasında da yapılabilir. Ancak önemle belirtilmelidir ki, muvazaa anlaşması en geç işlemin yapıldığı anda mevcut olmalıdır. Muvazaa anlaşması şekle tabi değildir. Yazılı veya sözlü olabileceği gibi vekalet sözleşmesi şeklinde de yapılabilir.
Görünüşteki işlem: Tarafların kişileri aldatmak amacıyla danışıklılık içinde vücuda getirdiği işleme verilen addır. Tarafların gerçek iradeleri hiçbir koşulda görünüşteki işlem üzerinde uyuşmadığından; görünüşteki işlem her halükarda muvazaa sebebiyle kesin hükümsüz olup butlanla batıldır. Burada devir sağlayan görünüşteki işlem hukuki niteliği itibariyle muvazaalı işlemin kendisidir.
Gizli işlem: Nispi muvazaa da (aşağıda açıklanmıştır.) tarafların gerçekte meydana getirmeyi hedefledikleri, hukuki sonuç doğurmasını arzu ettikleri işlem gizli işlem olarak adlandırılmaktadır. Zira çoğu zaman, aslında hukuki sonuç doğurması istenmeyen görünüşteki işlemin arkasına saklanmakta diğer bir deyişle gizlenmektedir.
Aldatma kastı: Elbette ki tarafların bir hukuki işlem meydana getirirken iradelerini gizlemeleri ve danışıklı hareket etmeleri üçüncü şahısların aldatılması amacını taşımaktadır. Kavramın niteliğinden varılan bu doğal sonuç muvazaa kavramının temel ve zorunlu unsurudur.
MUVAZAA TÜRLERİ
Muvazaa yukarıda atıf yapılan unsurların dağılımına göre temelde ikiye ayrılmaktadır.
Adi (Mutlak) Muvazaa: Mutlak muvazaada; muvazaa anlaşması, görünüşteki işlem ve aldatma kastı unsurları bulunmakla birlikte görünüşteki işlemin ardında saklı gizli işlemin varlığından söz edilemez. Kısaca adi muvazaada tarafların kendi aralarında hüküm doğurmaması konusunda anlaştıkları hukuki işlemin üçüncü kişilere mevcutmuş gibi gösterilmesi söz konusudur.
Adi muvazaada tek bir işlem olup anılan işlemde muvazaa sebebiyle hükümsüzdür. Örnek vermek gerekirse: alacaklılarının taşınmazının üzerine haciz koymasını önlemek adına güvendiği bir arkadaşına taşınmazını devretmesi halinde ortada tek bir satış işlemi bulunmaktadır ve bu işlemde gerçeği yansıtmamaktadır.
Nispi (Nitelikli) Muvazaa: Nispi muvazaada ortada iki tane işlem vardır. Bunlardan birincisi görünürdeki işlem yani muvazaalı olan ve gerçek iradelerin birleşmediği işlem iken, diğer ise gerçek iradenin birleştiği işlemdir. Bunun en tipik örneği inceleme konumuz olan muris muvazaasıdır.Muris muvazaasının nitelikli bir muvazaa türü olarak ele alınma sebebi iki katmanlı bir yapıya sahip olmasıdır. Zira uhdesinde görünüşteki işlem ve görünüşteki işlemin ardına gizlenmiş gerçek iradelerin birleştiği gizli işlem bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse; bir kısım mirasçılarından mal kaçırmak kastıyla hareket eden muris bazı taşınmazlarını tapuda satış göstermek suretiyle (görünüşteki işlem) aslında iradesini yansıtan bağışlama işlemi ile (gizli işlem) diğer mirasçılarına bıraktığı halde tipik bir nispi muvazaa örneğine vücut verecektir. Görünüşteki işlem: satış, gizli işlem: bağış olmaktadır.
MUVAZAALI İŞLEMLERİN GEÇERSİZLİĞİ:
Mutlak (adi) muvazaa kesin hükümsüzlükle yani butlanla batıldır. Zira tarafların üçüncü kişileri aldatma kastıyla yarattıkları sahte hukuki görünüşü hukuk himaye etmez.
Nispi muvazaanın hükümsüzlüğü uhdesinde barındırdığı görünüşteki işlem ve gizli işlem için ayrı ayrı değerlendirilmektedir. Şöyle ki; tarafların hiçbir şekilde iradelerinin uyuşmadığı görünüşteki işlem izah edilen gerekçelerle hükümsüzdür. Ancak gizli işlem için bu şekilde peşin hükme varılması doğru değildir. Zira tarafların gerçek iradeleri gizli işlem üzerinde toplanmaktadır. Dolayısıyla her gizli işlem hukuken kendi geçerlilik koşullarına göre ayrıca değerlendirilmelidir. Örneğin; uygulamada sıklıkla karşılaşılan satış göstermek suretiyle bağışlanan taşınmaz devirlerini içeren sözleşmelerde görünüşteki işlem olan satış muvazaa nedeniyle geçersizken, gizli işlem olan taşınmaz bağışı kanunen aranan resmi şekil şartını sağlamadığından geçersizdir.
MURİS MUVAZAASI:
Bir nitelikli muvazaa türü olan muris muvazaası pozitif hukukta düzenlenmemiştir. Dolayısıyla anılan kavram doktrin ve Yargıtay kararlarıyla gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Kısaca tanım yapmak gerekirse; mirasbırakan ile lehine tasarrufta bulunulan karşı tarafın, mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak yaptıkları anlaşmaya dayanan muvazaa çeşididir. Mirasbırakan, mirasçılarından mal kaçırmak adına sağlığında satım sözleşmesi, ölünceye kadar bakma sözleşmesi vb. yollarla bağışlama iradesini gizlemektedir.Muris muvazaası kavramına kimliğini kazandıran 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına atıf yapmakta fayda görmekteyim.
YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU E. 1974/1 K. 1974/2 T. 1.4.1974 Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu`nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanun`un 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1.4.1974 günlü ikinci toplantısında oy çokluğuyla karar verildi.
Alıntılanan kararda da görüldüğü üzere muris muvazaasına dayalı davalar saklı paylı olsun ya da olmasın tüm mirasçılar tarafından açılabilecektir. (Saklı paylı mirasçılar TMK’nın 506. maddesinde düzenlenmiştir.)
MURİS MUVAZAASI HUKUKSAL NEDENİNE DAYALI DAVALAR:
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı dava türlerine geçmeden evvel davada görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu belirtilmelidir.
Ölünceye Kadar Bakma Sözleşmesi: Mirasbırakan, gerçek iradesi bağışlama olmasına rağmen görünürde ölünceye kadar bakma sözleşmesi akdederek gerçek iradesini gizleme çabası içine girmektedir. Bağışlama sözleşmesi ölünceye kadar bakma sözleşmesinin arkasına gizlenmektedir.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesinde taraflardan birisi, diğeri ölünceye kadar onun ihtiyaçlarını görmekte, onun yaşamını idame ettirmesini sağlamaktadır. Buna karşılık diğer taraf ise ölümden sonra geçerli olmak üzere mal varlığının bir kısmını veya tamamını ölünceye kendisine bakana bırakmaktadır.
Ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle gizlenen bağışlamalarda taşınmaz devrinin iptali tapu iptal ve tescil davasıyla talep edilmektedir. Aşağıda incelemek üzere yer verdiğimiz Hukuk Genel Kurulu kararında da uyuşmazlık; bağışlama iradesinin muvazaalı ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle gizlenmesinden kaynaklanmakta olup çalışmamın bu kısmında atıf yapmakla yetiniyorum.
Tapu İptal ve Tescil: Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davalarında muvazaalı satış istemi neticesinde tapuda hak sahibi görünen kişinin terkini ile davacı adına tescil talep edilmektedir. Anılan davalar uygulamada en sık karşılaşılan davalar olmaktadır. Ayrıca bu davalarda yargısal uygulama davacılar lehine işlemektedir. Zira muvazaa olgusunun ispatı tanık dahil her türlü delille mümkün olmaktadır. İspat hususundaki bu serbesti üçüncü kişiler lehine işlemektedir. Yani muvazaalı işlemin tarafları muvazaa olgusunu ancak ve ancak yazılı deliller ile ispatlamalıdır. Muvazaalı işlemin tarafları haricindeki üçüncü kişiler ise kesin hükümsüzlükle sakat olan muvazaalı işlemi tanık dahil her türlü delille ispatlamaktadır.
Ecrimisil: Murisin mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla yaptığı muvazaaya dayanan devir ve temlikler geçersizdir. Davaya konu taşınmazları geçersiz temlikle iktisap eden davalının taşınmazı kullanımı iyiniyetli sayılamaz ve dolayısıyla kendisinden mal kaçırılan mirasçılar murisin ölüm tarihinden başlayarak dava tarihine kadar geçen süre için ecrimisil isteyebilir. Bu halde intifadan men şartı da aranmaz.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARAR İNCELEMESİ:
Çalışmamın bu kısmında muris muvazaası özelinde izah ettiğim unsurları somutlaştırmak adına Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/1211 E., 2019/377 K., 28.03.2019 tarihli kararını incelemekteyim.
Anılan karar bir nispi muvazaa türü olan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasına ilişkindir. Karara konu olayda muris taşınmazını ölünceye kadar bakma sözleşmesinin karşılığı olarak mirasçısına devretmiştir.
Yukarıda değinildiği üzere, ölünceye kadar bakma sözleşmesi bakım alacaklısının ölümüne kadar bakımı karşılığında taşınmazını bakım borçlusuna devretmeyi yüklendiği sözleşmedir. Ölünceye kadar bakma sözleşmeleri de tıpkı satış sözleşmesi gibi muvazaalı işlemlerde çoğu zaman gerçek irade olan bağışlama iradesini örtmek amacıyla perde görevi görmektedir.
Karara konu olayda muris ölünceye kadar bakma sözleşmesi karşılığında taşınmazlarından bir kısmını mirasçısına bırakmıştır. Diğer mirasçı ise işlemin muvazaalı olduğu gerekçesiyle karara konu davayı ikame etmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 330, 378 ve 1532 parsel sayılı taşınmazların miras bırakan Yusuf Şahan tarafından 17.01.2003 tarihinde davalıya ölünceye kadar bakım akdiyle devredildiği görülmektedir. Davacılar, miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. İlk derece mahkemesince davanın reddi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 09.12.2013 tarihli ve 2013/14300 E., 2013/17430 K. sayılı kararı ile anılan yerel mahkeme kararı bozularak dosya geri çevrilmiştir. Yargıtay özel dairenin somut olaya ilişkin değerlendirmeleri şu şekildedir: Somut olaya gelince; davalıya ölünceye kadar bakım akdiyle temlik edilen taşınmazların miras bırakanın tüm mal varlığına oranı değerlendirildiğinde ve yapılan temlikler yukarıda açıklanan ilke ve olgulara göre irdelendiğinde, işlemlerde bakımın değil, bağış amacının üstün tutulduğu, murisin bir parça taşınmazını devretmek suretiyle de bakımını gerçekleştirebileceği yerde, değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği, dolayısıyla bu temlikin mirasçılardan mal kaçırmaya yönelik ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır.
Yargıtay özel dairenin bozma kararındaki yorumu oldukça dikkat çekicidir. Zira münferit bir taşınmaz temlikindeki saikin tespiti olayın bütünü değerlendirilmek suretiyle yapılmıştır. Temlik edilen taşınmazların murisin mal varlığının bütününe oranı, kaç parça taşınmaz devrettiği vb. hususlar muvazaanın tespitinde belirleyici olmuştur. Yerel mahkeme ise alıntıladığımız gerekçelerle önceki kararında direnmiştir. Sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı olguları irdelendiğinde; murisin yaşlı, dul ve yalnız yaşayan, vücudunda sonda ile dolaşan, bedensel rahatsızlıkları bulunan bir kişi olduğu, yardım ve bakıma muhtaç durumda olduğu, davalının ise gerek tanık beyanları gerekse kolluk marifetiyle yapılan araştırma ile sabit olduğu üzere son yıllarında murisin bakımıyla yakından ilgilendiği, eşi ile birlikte ihtiyaçlarını giderdiği, böyle olunca davalının ölünceye kadar bakma akdinden kaynaklanan bakım borcunu yerine getirdiği, murisin de sağlığında akde aykırılık nedeniyle bir dava açmadığı, murisin davaya konu taşınmazları dışında daha değerli taşınmazlarının da bulunduğu ve iradesinin diğer mirasçılardan mal kaçırmak değil gerçekten bakım sağlamak olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Görüldüğü üzere iki farklı sonuca varan yerel mahkeme ve Yargıtay muris muvazaası olgusunun tespitinde aynı kıstaslardan hareket etmektedir. Bu kıstaslar murisin sağlığındaki yaşı, fiziksel durumu, genel sağlık durumu, temlik ettiği taşınmazın tüm mal varlığına oranı vs. olmaktadır. İki farklı karar arasındaki zıtlık ise muvazaanın tespitinde mahkemece olaya hangi açıdan bakıldığıyla ilgilidir.
Direnme neticesinde Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıkta somut olaya dair değerlendirme öncesinde muvazaa kavramı açıklanmıştır. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların ortak mirasbırakanı tarafından davalı oğluna ölünceye kadar bakma akdiyle yapılan temlikin, gerçekte diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.
Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır. Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşımaktadır.
Alıntıladığımız kararda 1.4.1974 tarihli İBK’na atıfla muris muvazaasında özellikle aranan ayırıcı unsurun mirasçılardan mal kaçırma kastı olduğu da belirtilmiştir. Ne var ki, muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır.
Daha açık anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle bu tür uyuşmazlıkların çözümünde bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın gerçek irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Anılan belirlemelerin akabinde karara konu olaya gelince:
Miras bırakanın oldukça ileri yaşta olması nedeniyle temlik tarihi itibariyle bakım ihtiyacı içerisinde bulunmakta ise de kendisine tüm çocukları tarafından sırasıyla bakıldığı hususu da dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Böyle olunca, miras bırakanın elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı ve bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekmektedir. Yerel mahkemece murisin dokuz parça taşınmazından sadece üçünü temlik ettiği ve bunun makul sayılabilecek sınırda kaldığı belirtilmiş ise de dosyada mevcut tapu kayıtları incelendiğinde murisin beş parça taşınmazda tam malik iken bunlardan özellikle kargir ev vasfında bulunan ve diğer taşınmazlarına göre oldukça değerli olan 1532 parselle birlikte üç parça taşınmazını ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile temlik ettiği, 334 ve 245 parsel sayılı taşınmazlarda sadece 17/80 payının bulunduğu, 318 ve 383 parsel sayılı taşınmazların ise kendisinden önce ölen eşi adına kayıtlı olduğu görülmektedir.Murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, tüm mal varlığının yarısına yakın olan değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği gözetildiğinde devirdeki asıl amacın bakım sağlamak değil mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, böyle olunca da yapılan temlikin muvazaa ile illetli olduğundan iptali gerektiği sonucuna varılmıştır.
Görüldüğü üzere, karara konu olayda ilk derece mahkemesi, özel daire ve Hukuk Genel Kurulunun muris muvazaasına ilişkin değerlendirmeleri aynı kıstaslara dayanmaktadır. Fakat yerel mahkeme ile Hukuk Genel Kurulunun değerlendirmeleri kıstasların somut olayla ilişkilendirilmesi noktasında farklılaşmaktadır. Somutlaştırmak gerekirse, yerel mahkeme de Hukuk Genel Kurulu da devredilen taşınmazlar ile murisin tüm mal varlığının oransal değerlendirmesini yapmıştır. Ancak yerel mahkeme bu değerlendirmeyi yaparken taşınmazların değer tespiti ve murisin hisse oranını gözetmeden salt sayısal bir değerlendirme yoluna gitmiştir. Salt bu açıdan bakıldığında (muris muvazaasının tespitinde aranan devredilen taşınmaz ile tüm mal varlığının oranlanması) 9 adet taşınmaz sahibi murisin 3 adet taşınmazını ölünceye kadar bakma sözleşmesiyle devretmesinin muvazaa kastı taşımadığı düşünülebilir. Ancak aynı kıstastan yola çıkan Hukuk Genel Kurulu; mal varlığındaki taşınmazların bir kısmında sadece 17/80 pay sahibi olduğu, devredilen taşınmazların diğerine oranla oldukça değerli olduğu ve bir taşınmazın devriyle de bakım sözleşmesindeki borcunu ifa edebilecekken üç farklı taşınmaz devrinin bağışlama amacı taşıyan muvazaalı bir işlem olduğunu değerlendirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu anılan kıstası somut olaya uygularken salt sayısal bir değerlendirme yapmamış her bir taşınmazın münferit özelliklerini mal varlığının bütünüyle kıyaslamak suretiyle sonuca varmıştır. İlaveten, Genel Kurulun bir taşınmazın devriyle de bakım sözleşmesindeki borcunu ifa edebilecekken üç farklı taşınmaz devrinin bağışlama amacı taşıdığına ilişkin değerlendirmesi de dikkat çekicidir. Zira tek başına ele alındığında ucu açık, belirsizliğe mahal verebilecek bir değerlendirme iken somut olayın koşullarında muvazaanın tespitinde hayati önemi haiz bir değerlendirmeye dönüşmektedir.
SONUÇ: Çalışmamızın ana konusu muris muvazaası, uygulamada sıklıkla karşılaşılan bir olgu olmasına rağmen pozitif hukukta düzenlenmemiştir. Ancak yargı uygulamasıyla somut uyuşmazlıklarda mahkemelere yol gösterecek bir takım kıstaslar geliştirilmiştir. Emsal teşkil etmesi adına alıntıladığım kararda ölünceye kadar bakma sözleşmeleri özelinde muvazaanın tespitinde miras bırakanın elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı ve bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı vb. kıstas alınmaktadır. Görünüşteki muvazaalı işlemin satış olduğu hallerde bu kıstaslar; satış taraflarının arasındaki yakınlık (akrabalık vs.), taşınmazın gerçek değeri ile tapuda gösterilen değeri arasındaki fark, taşınmazı satın alan tarafın taşınmaz alımına yetecek ekonomik gücü olup olmadığı, taşınmaz satın alan tarafın muvazaalı işlem tarihinde taşınmaz almaya ihtiyacı olup olmadığı vs. olmaktadır.
Geliştirilen kıstaslara bakıldığında muris muvazaasının tespitine yarayan kıstaslar hukuki olmaktan çok fiili duruma ilişkindir. Elbette ki, bu durum yapılan değerlendirmelerin hukukilik vasfını ortadan kaldırmamaktadır. Zira fiili koşulların değerlendirilmesi her halde hukuki perspektiften yapılmaktadır.
Genelde muvazaa, özelde ise muris muvazaasının ispatında üçüncü kişilere tanınan serbesti de göstermektedir ki; uyuşmazlık konusu muvazaa olduğunda öncelikli amaç muvazaanın her türlü tereddütten uzak şekilde ortaya konmasıdır. Diğer bir deyişle hakimde muvazaanın varlığına dair neredeyse yüzde yüze yakın bir kanaat oluşturulmasıdır. Zira muvazaanın tespiti halinde kişilerin mülkiyet hakkına dayalı irade serbestileri hiçe sayılmaktadır. Özel hukuk alanında iradeye bahşedilen önem düşünüldüğünde muvazaalı işlemlerde ve muris muvazaasında da muvazaanın varlığı tereddüte mahal vermeyecek şekilde ortaya konmalıdır.

Yorumlar